Serbest Konulu Yazılarım - Yaşam

Sakin ve yavaş yaşamayı hatırlamak…

Ne oldu ne zaman unuttuk bilmiyorum, bilemiyorum, düşünüyorum, bulamıyorum…

Düşünüyordum da çocukluğum ve gençliğim dönemlerinde hatta çocuklarımın bebeklik dönemlerinde bu “slow life” akımını zaten yaşıyor ve destekliyormuşum:)) Meğer annem bu konuda bir guruymuş:)) Ben de ondan hem el almışım hem de ilham alarak daha üst boyutlara taşımışım:)) Yazacaklarımı okuduktan sonra eminim pek çoğunuz da bunun farkına varacaksınız:)) Tabii benden çok daha önceleri de farkına varmış, dillendirmiş olabilirsiniz. Öyle ise lütfen bana da yazın ben de farklı örnekleri okuyarak mutlu olayım✨

Peki, ekran süremizin sadece TV ekranlarıyla sınırlı olduğu o eski günlerde, yavaş yaşama dair, bizler neler yapıyormuşuz?

  1. Ekran süremiz kısıtlıydı. Şimdilerde yavaş yaşama dair verilen öğütlerden belki de birincisi ekran süresini kısıtlamak. Önceleri zaten doğal akışta ekran süresi kısıtlıydı. TV bile belirli saatlerde açılıp kapanıyordu. Sonrasında da internet ortamı çok gelişmiş olmadığı, şimdiki anlamda akıllı telefonların kabiliyetlerinin de sınırlı olduğu zamanlarda doğal olarak ekran süresi uzun tutulmuyordu. Televizyonda çizgi film saati, film kuşağı, klasik müzik saati gibi belirli zaman dilimlerinde belirli içerikler vardı. Bu da bugünden baktığımızda, zamanı planlamada kolaylık sağlıyormuş aslında:) Her alana da yeteri kadar zaman ayırmak mümkün olabiliyormuş.
  2. Yemek hazırlarken kullanılan en hızlı şey düdüklü tencereydi. “İtalyanlardan tüm Dünya’ya yayılan yavaş yemek yemenin tadı…” diye başlarsam evet çok romantik okunuyor. Haklarını verelim çok iyi pazarlıyorlar… Bizim kültürümüzde biraz değişiklikle yemek zaten yavaş hazırlanan ve tadına varılarak yenilen bir öğündü. Ancak yine kültürümüzden kaynaklanan sebeplerle tadına varılarak yendikten sonra sofrada öylece oturulmaya devam edilmez bir an önce sofra toplanır, temizlenir, bulaşıklar bir an önce halledilirdi. Sonra ele alınan bir bardak çayla sohbete devam edilirdi. Bu yüzden yemeği hazırlama, sunma ve tüketme biçimimizdeki yavaşlığa ve huzura pek dikkatimizi çevirmemişiz anlaşılan…

Hatırlayabilenleriniz hatırlasın lütfen, bizim yemeklerimiz katman katman değil miydi? Tencereye koyduğun yağın içine yemeğin çeşidine göre doğradığın kuru soğanları ( piyazlık, fare dişi, halka halka…) katıp kavurursun, belki doğradığın yeşil ya da kapya biberi, havucu, patatesi ya da domatesi katar bir de onunla çevirsin belki biraz tuz, karabiber, pul biber eklersin, kıyma ya da kuşbaşı bile ekler kavurmaya devam edersin sonra sıra sebzelerini de eklemeye gelir. Tüm bunlar ağır ateşte pişer ve lezzetlenir…Öğün vakti gelince sofraya salatası, turşusu, cacığı, hoşafı, böreği, tatlısı, çorbası, pilavı, yemeği, ne varsa yerleştirilir ve afiyetle yenilir içilirdi öyle değil mi? Hepsi bir arada bayramlarda olsa da günlük olarak da pek çoğu, elde olanlara göre yapılır, hazırlanır ve afiyetle tüketilebilirdi.

Sonrasında demlenen ve demi “tavşan kanı” diye tanımlanan o güzelim çay, bardaklar boşaldıkça tekrar doldurularak içilir, sohbetler edilir, çizilen ve kavrulan kestane, bir kâse leblebi- kuru üzüm ya da çekirdek ile beraber afiyetle tüketilirdi.

Çok küçük bir kesitini aldığım yemek hazırlama şeklimizi bize unutturuverenin, çabucak toplayıp temizliğini yapma kısmı olduğu konusunda ısrarcıyım:))

3. Aile bireyleriyle, akraba ve arkadaşlarla sık sık bir araya gelmek önemliydi. Yetişkinlerin arkadaşlarıyla sabah evişlerini bitirdikten sonra, çalışmıyorlarsa, öğleden sonra apartmanların kamelyalarında bir araya gelip çaylarını birlikte içmeleri, atıştırmalıklarını (kekler, börekler, kurabiyeler, çerezler) birlikte yemeleri günlük bir ritüeldi adeta…Çalışanlar da işten gelince muhakkak bir bardak çaylarını içer eve öyle çıkarlardı. Ellerde danteller, örgüler ya da akşama yapılacak mantı hamuru, sarma yaprakları ve içleri de olur hep birlikte yapılarak yardımlaşılırdı. Çocuklar okuldan gelir, önlüğün yakasını çıkarır, hem annelerinin elinden yer içer, hem de komşu teyzelerin şefkat ve gülümsemeleri eşliğinde sokakta oynarlardı. Akşam olunca da eşli olarak komşulardan birinin evinde “…müsaitseniz akşam size geleceğiz…” diye kapı çalınarak verilen haberden sonra, toplanılırdı. Akrabalar ile de bir hafta, onbeş gün aralıklarıyla ya da yapılan aylık günler, bayramlar vesilesiyle bir araya gelinirdi. Bu şekilde hayatımızdaki tüm değerli insanlarla bir araya gelmek için çeşitli fırsatlar yaratılır, sanki zaman içinde zaman açılırdı.

4. “Akıllı alışveriş ediyorum” kavramı yaygındı. İtalyanlar bu akımı da çok sahiplenmiş görünüyorlar ancak hem bizde hem inanıyorum ki Dünya’daki pek çok kültürde bu anlayış vardı. Annem “ucuz mal alacak kadar zengin değilim” dediğinde, çok küçükken tabii, pek anlayamazdım:)) Ne zamanki edebiyat dersiyle tanıştım o zaman anlayabildim. Ayrıca mahallenin zanaatkârlarından alışveriş etmenin önemini de babam çok hatırlatırdı. “…o usta nice zorlukla bu işi ayakta tutuyor, ondan alalım…” der ve fabrikasyon ürünlerden elinden geldiğince uzak tutardı. Büyük kardeşten sağlam kalan kıyafetleri bir küçük kardeşin giymesi, kazanılan para ile alakasından çok, “… daha bu kıyafet eskimemiş, solmamış, o da giysin…” anlayışıyla ilgiliydi, sürdürülebilirdi yani:))

5. Bir sandalyede ya da bankta oturup saatlerce etraf seyredilebilirdi. Şimdilerde çok öğütleniyor ya bu kavram “beş dakika ile başlayın, telefonunuza elinizi atmadan oturduğunuz yerde etrafı seyredin ve düşünün…” denilerek…Mutlaka telefonsuz yürüyüşe çıkın, podcast dinleyerek yürüyün, müzik dinleyerek yürüyün, yürürken adımlarınızı hızlı ve yavaş olarak çeşitlendirin diye tavsiyelerde bulunuluyor ya… İşte o zamanlarda parka çocuğumuzu götürür onunla beraber oynardık, oyun arkadaşı olarak yaşıtları varsa biz de bankta oturur onları seyrederdik, kitap, dergi okur göz ucuyla onları da kontrol ederdik. Acelemiz yoktu o an yaşanırdı mutlaka ve parka doyunca eve gidilirdi. Biz çocukken parktaki arkadaşım gittiyse annem bana da “…gel şuraya otur da etrafına bir bak, bak ne güzel ağaçlar, kuşlar, çiçekler, böcekler, farklı insanlar var seyret…” derdi. “neden?” derdim her zamanki gibi “seyret, sorma” derdi annem her zamanki gibi…Ne kadar haklıymış, şimdilerde ünlü profesörler veriyor bu tavsiyeyi:))

Pekâla bu sakin ve yavaş yaşama ritüellerinden pek çoğunu yeniden yaşamımızın içine katabiliriz. Bu yıl bitmeden önümüzdeki yıl için kendimiz, ailemiz, arkadaşlarımız için dileyeceğimiz dileklerden biri de sakin ve yavaş yaşamayı hatırlamak olabilir öyle değil mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir