Turnalar Güneye Uçarken, Lisa Ridzén

Lisa Ridzén kimdir?

Lisa Ridzén, sosyoloji doktorası yapan, 1988 doğumlu İsveçli bir yazar. İlk kitabı olan Turnalar Güneye Uçarken harika anlatımı olan bir kitap ve ne mutlu ki uzun yıllar yeni çıkaracağı kitapları bekleyeceğimiz bir yazar daha yazın dünyasına katılmış oldu.

Lisa Ridzén, Östersund’un dışında küçük bir köyde yaşayıp İsveç’in kuzeyinde, kırsal topluluklarda erkeklik normlarını araştırıyormuş. İlk romanı Turnalar Güneye Uçarken’i yazma fikri, büyükbabasına evde bakım hizmeti veren ve günlük olarak gelen kişilerin aileye bıraktığı notları bulmasıyla ortaya çıkmış. Ben de bu hikâyeyi duyar duymaz Türkçeye çevrilmiş mi diye baktım ve “evet” hemen gidip aldım.

“Turnalar Güneye Uçarken” kısaca konusu nedir?

Bir hayat yavaş yavaş sona ererken bazen hatıralara yapılan yolculuk bazen de yavaş yavaş başlayan unutkanlıkla beraber hatıralar ile şimdiki zamanın içe içe geçmesiyle yapılan hayat muhasebesini harika anlatan bir roman olmuş.

Yaşı hayli ilerlemiş olan Bo’nun çok sevdiği aşık olduğu ve yıllardır evli olduğu, bunama sebebiyle bir huzurevine yatırılan Frederica, oğlu Hans, köpeği sixteen, “ihtiyar” diye söz ettiği, ölmüş olan babası, dostu Ture ve eve gelip giden bakıcılar ile bu yaşadığı günlerin son günleri olduğunun farkındalığı ile yaptığı iç muhasebe diye genişletebilirim biraz daha…

“Turnalar Güneye Uçarken” romanının hissettirdikleri:

Bu romanı okurken sık sık “…büyükleri hâlâ hayatta olan, kaybetmiş olanlar da aslında, herkes bu romanı okumalı isteği ile dolup taştım sürekli. Yaşamış biri olarak söylüyorum ki temelde aynı şeyler yaşanıyor; yaşanılan coğrafya, içinde. bulunulan aile iklimi ve elbette kişiler değişken olan sadece…Ben çok gözlem yaptım ve kaleme de aldım bazılarını ve bu romanla o kadar çok örtüştü ki…Lisa ile aynı ortamı, aynı şehri paylaşıyor olsak birbirimizden mi etkilendik acaba diye şüpheye kapılacaktım doğrusu:)

Bu noktada Avrupa ülkelerinde yapılan bir işin kurallarının ve sistematiğinin olması o kadar çok beğendiğim bir konu ki anlatamam…Hem Lisa’nın büyükbabasında hem de romanındaki Bo’nun hayatında eve gelen kişilerin bir deftere baktıkları kişi ve hayatı ile ilgili küçük notlar yazması olağanüstü değil mi? İnanılmaz derecede güzel. Böylelikle bakılan kişinin çocuğu geldiğinde en ufak detay dahi atlanmamış oluyor ve yazılı halde bulunuyor yani kişinin duygularına göre yaşanılan olaylar değişken bir şekilde anlatılmıyor. Bunun önemini bilen bilir…Ebeveyninizi hem ziyarete hem kontrole gidiyorsunuz ve eğer benim gibiyseniz sohbet havasının içinde yaşanılanları tek tek öğrenip ne gerekirse onu yapmaya, eksiklikleri gidermeye çalışıyorsunuz. Bu arada da bakan ve bakılanın sosyal hayatını düzenlemeye çalışıyorsunuz. Burada anlatamayacağım, anlatsam roman olacak:) çok fazla şey var ama Lisa Ridzen’den rol çalmayayım:) İnsanlar yaptıkları işin farkında ve saygıyla yapıyorlar; maalesef bizim toplumumuzda yapılan iş sanki lütufmuş gibi lanse ediliyor…Ayrıca “gece devriyesi” fikri de muhteşem ve uyguluyorlarsa gerçekten harika bi fikirmiş doğrusu…

“Turnalar Güneye Uçarken” romanından alıntılar:

“Çocuk büyütmekle kıyaslanamaz hiçbir şey. Hamile kalmadan önce kimse bunun hakkında tek kelime etmedi. Bu kadar zor olacağı. Bir aile kurmak gibi doğal bir şey nasıl bu kadar karmaşık olabilir?”

“Anneme, kendisi olduğu için hiç teşekkür etmediğim için pişmanım. Yaşlı adamımdan (ihtiyardan bahsediyor) çok daha iyi olduğu için. Ona bunu söylemeliydim ama hiç söylemedim.”

(NOT: Alzheimer sürecinde ben teşekkür edebildim çok şükür. Herkese de geç olmadan bunu yapmalarını tavsiye ederim naçizane…)

“Hiçbir şeyi söylenmemiş bırakmak istemiyorum.”

“Sanki bu işe yaramaz, yaşlanan bedeni ben icat etmişim gibi.”


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir