Doris Lessing’in , Nobel ödülü alan en yaşlı edebiyatçı olduğunu okuduğumda çok şaşırmıştım. Hani ödüller geçmişe takdir içerdiği kadar geleceğe yönelik bir teşviktir ya aynı zamanda…Doris’e bu ödül 88 yaşında gelmiş ne enteresan değil mi? 1919 İran doğumlu, Britanya’lı yazar olarak tanıdığımız Doris ilk romanını 30 yaşında yayınlamış ve ondan önce de dergilere hikâyeler yazıyormuş. Doğru mu yanlış mı bilemiyorum ama beni etkileyen küçük bir anekdot da duydum bu yazar hakkında ki şöyle, Nobel ödülünü aldığını öğrendiği sırada bir süpermarkette alışveriş yapıyormuş. Ödülü aldığını söylediklerinde kahkaha atarak epeyce gülmüş. İşte bu mini hikâye bana hakkında yazı yazarken soyadıyla resmi bir hitap kullanmak yerine ilk adını kullanmama sebep olan samimiyet duygusunu veriyor. Bu arada da hatırlatmalıyım ki öyle yumuşak, ton ton bir yaşlı değil aslında anladığım kadarıyla…Gerçekleri bütün acısıyla beraber ortaya koyabilen ve tüm ödülleri de öyle kolayca kabul etmeyen bir yaklaşımı olmuş yazarlık hayatı boyunca.
Doris neredeyse yazdığı tüm yazılarında sol düşünce ağırlıklı, toplumun gelenekçi yaklaşımlarına başkaldıran, özgür ruhlu kadın kahramanlar kaleme almış. Romanlarında, öykülerinde, denemelerinde toplumsal sorunları, sınıfsal yaklaşımları konu edinmiş bir yazar. Mara ile Dann’i kitapçıda gördüğümde arka kapağını okumaya başladım. Okuduğum “…günümüzün iklim ve göç krizi eşiğinde özellikle önem kazanan bir uygarlık sorgulaması…” cümlesi, henüz okuduğum ve okumak için sıraya dizdiğim:) kitaplarım olmasına rağmen bu kitabı almama yetecek hissi vermiş oldu. Günümüzün dünyasında soru işaretleriyle dolu iklim ve göç krizlerine bilimsel yollardan bakan çok yazı okumuştum, sosyo-kültürel benzerlik ve aykırılık üzerine çokça şey duymuş ve izlemiştim ama bir yazarın kendi kurgu dünyasında neler anlatacağını da bu kitaba bakarken merak ettiğimi anladım. Kitabı aldım ve okunacak kitaplarımın arasında ön sıraya aldım. Kitap Bir Demet Tiyatro oyununda Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı Mükremin karakterinin, sıklıkla kullandığı “tuğla kalınlığında” bir kitaptı tam 583 sayfa:) Bir an önce okunmalı, anlanmalı ve görüşlerime görüş katmalıydı.
Ayrıca kitapta her zaman her kitapta bulunmayan “yazarın notu” kısmı vardı iki sayfa…Notta, Doris bu kitabı yazdığı ve bitirmek üzere olduğu bir sırada ki bundan oğlunun haberi yok, oğlu Peter Lessing gelir ve radyoda birçok talihsizliklerle savaşıp türlü türlü serüvenler yaşayan bir erkek ve kız kardeşin başından geçen hikâyeleri dinlediğini anlatır. Avrupa’nın hatta dünyadaki pek çok medeniyetin en eski öyküsüne ithafen neden benzer şeyler yazmadığını sorar annesine. (Sanırım ki bu tür hikâyelerin insanların her zaman dikkatini çektiğini düşünmüştür.). (Acaba Peter gizli gizli annesinin neler yazdığını okumuş mudur?). İkinci sayfada da Doris’in kitapla ilgili şu paragrafı çok ilgimi çekmişti: Mara ile Dann, buzlar geri geldiğinde bunun doğuracağı sonuçları ve yaşamın orta ve güney enlemlerine çekildiğini düşleme çabasının bir ürünü. Geçmiş deneyimlerimiz geleceği düşlememize yardımcı olur. buz dönmeleri öncesindeki en zorlu yıllarda Akdeniz kururdu. Buzun bir süre için çekildiği ılıman dönemlerde Neandertaller, sürgüne gittikleri güneyden ayrılarak yeniden hâlâ soğuk olan vadilere yerleşirlerdi. Eğer güneye yolculuklarını sürgün olarak görmeselerdi, her seferinde geri gelirler miydi? Çok etkileyici değil mi? İnsanlar binlerce yıldır yaptığı şeyi içsel olarak neden yaptığını bilmeden, genlerine yazılı kodlarla mı hareket ediyorlar? Daha da önemlisi çağlar içinde yaşanan tüm yıkımlardan sonra tekerleğin icadından önceki zamana da dönülmüyor bence…Böylelikle yeni buluşlar ve yeni icatlar için daha hızlı! yol alınıyor (hızdan kastettiğim ise keşiflerin, icatların, buluşların milyonlarca yıl değil de binlerce yıl ve yüzlerce yıl sürmesi…Hatta geçmişi şöyle bir gözden geçirdiğimde, bilim insanlarının da deyişine bakarak bir yıl ya da bin yıl sonra Dünya yeniden yok oluş yaşadığında yeniden medeni dünyanın var olması onlarca yıl içinde olacaktır gibi görünüyor…).
Mara ile Dann benim uzun yıllardan beri okuduğum en ilginç kitaptı diyebilirim. Bütün olaylar bugünden daha ilerdeki tarihlerde geçilen bir buzul ve kuraklık zamanları…Her şeyden önce, bu kitabı okumaya başlamadan bu kadar çok devasa boyutlu akrep, örümcek, su canlısından bahsedildiğini okuyacağımı pek düşünmemişim. Ancak romandaki kurgusal dünyada olup biten her şey böcek konusunu çok düşündürtmeyecek şekildeydi ya da ben etkilenmemek için bu şekilde okudum, bilemiyorum:) . Daha küçücük bir çocuk iken ailelerinden ayrılan iki kardeşin hayatta kalma ve yeni bir gelecek kurabilme adına, güvenlikleri için gerçek adlarını bile kullanamadan (gerekçesini burada yazmıyorum ki kitabın içinde, okurken anlaşılacak), tehlikelerle mücadele ederek kuzeye doğru gidişleri, kendilerine ve hayata dair görüşleri, para kavramını yönetme şekilleri, karşılaştıkları akla hayale gelmeyecek durumlarda diğer insanlarla ilişki kurma ya da kurmama biçimleri, hayatta kalıp gerçekleri öğrenme azimleri o kadar etkileyici anlatılmıştı ki kitap bittikten sonra da oldukça etki altında bıraktı ve üzerinde düşündürmeye yönlendirdi beni… Mara’nın yüzlerce ve binlerce kavramlarını anlamaya çalışmasını okurken “…binlerce yıl önceydi… gibi cümleleri ne kadar da kolayca söyleyiverdiğimizi düşünmeye başladım. Bizim şu an yaşadığımız yıllarda da dünyamız iklim krizine bu şekilde yenilecek miydi? Yeniden buzul çağının başlamasına bir ya da binyıl mı kalmıştı? Göç kavramının yaşanış şekli bu romandaki gibi olacak mıydı? O zaman şimdiki dünyada yaşanan göçler gerçek birer göç değil sadece yaşanan yerlerin yer değiştirilmesinden mi ibaretti? Yoksa ikisi de koskocaman, çözülmesi ve yönetilmesi gereken birer sorular yumağı mıydı?
Kitabın arka sayfasında,
“Buzul çağı ile kuraklık arasında bölünmüş bir dünya. İnsanlar topluluklar halinde güneyden kuzeye, ılıman topraklara ulaşma umuduyla göçüyorlar. Bu uygarlık çöküşünün ortasında, ailelerinden koparılmış, masalların öksüz çocuklarını andıran iki kardeş, Mara ile küçük kardeşi Dann, tehlikelere karşı ücra bir köyde, yeni adlarla yeni yaşamlarına başlıyor, kuzeye yolculuğa katılıyorlar. tekinsiz topraklar, ölümcül iklim değişmeleri, savaşan kabileler ve kurtuluş umudu arasında iki çocuğun serüveni insanlığın unutuş ve keşif tarihini ince ayrıntılarla sergiliyor…” paragrafı da romanın özetinin özetinin özeti şeklinde ve çok fazla soru içeriyor.
Örneğin, paragrafın sonundaki …unutuş… kavramını romanı okuduğunuzda dehşete düşerek anlamaya çalışıyorsunuz. Bilebildiğimiz anlamda unutuşun da ötesi bir unutuş bu…Unutulan, her şey, insanlığın bildiği tüm öğrenilenler…Şöyle bir örnek vermek isterim: Para lazım olan bir anda ellerinde satılacak son bir balta var ..Nasıl mı son? Öyle bir son ki o son balta ellerinden çıktığında bir daha o baltadan yapacak bilgiye sahip hiç kimse yok! “Balta yapmanın bilgisi ” insan hiç durup düşünüyor mu elimdeki çatal dünyadaki son çatal olsa, yeniden yapma bilgisi kimde? öyle ya kullandığımız her şeyin bir yapma, üretme bilgisi var öyle değil mi? Bu “…yaparız canım ne var?..” diyerek geçiştirilecek bir soru değil…Kitabı okuyup bitirdiğinizde ancak ne demek istediğim daha net anlaşılabilir.
Kitabın ilk yayınlanma tarihinin 1999 yılı olması da ayrı mesele benim için…Bir yazar yazdıklarıyla, ele aldığı bir meseleyi geçmişten, uzak bir geleceğe nasıl güncel tutmayı başarabilir? Bu sorunun cevabını aratacak bir yazar olduğu besbelli… Kitabı okuduğum için çok mutluyum. Kitabı her gördüğümde de Mara ile Dann’in “…tüm insanlık adına yaşadıklarımızı unutma…” dediğini duyar gibi oluyorum.
Kitaplar iyi ki varlar…
Not: Yayıncı görünüyor, #reklam değil ama yazalım…Sosyal medyadaki kanun bloglar için de geçerli mi? Keşke bi bilen yazsa…