Elimde Julio Cortazar’ın Sek Sek kitabı var ve onu okurken neden 2007’de okuduğum bu kitabı yazıyorum? Çünkü dün gece Adam Fawer’ın, Ceyda Düvenci’nin sunduğu “Bambaşka Sohbetler” programında konuk olduğunu gördüğümde önce “…Adam Fawer…Adam Fawer…kimdi…kimdi…” dedim ve neyse yarın YouTube’da seyredeyim bakayım diyerek diğer işlerime daldım. Ancak soruyu sorduğum ve beynimdeki uygulamayı kapatmadığım için soru arka planda çalışmaya devam etti ve uykuya dalmadan önce gözümü birdenbire açtım ve “…olasılıksız…” dedim. Nasıl hatırlayamamıştım görür görmez bilemiyorum. Çünkü bildiğim kadarıyla ülkemizdeki baskısı 2006 ve bizim kitabı aldığımız yıl 2007 idi ve yaşadığımız yerden Ankara’ya geldiğimiz bir tatil zamanında hemen aldık, soluksuz bir şekilde okudum, okuduk. Bu kitap tüm ortamlarda çok ses getiren bir kitap olmuştu. Yazar okumaya meraklı olan hepimizin dilindeydi ve tüm yazacağı kitapları sabırsızlıkla bekleyecektik. Dolayısıyla hemen hatırlamam gerekirdi. İnsan beklemediği bir zamanda beklemediği bir yerde biriyle karşılaştığında birden hatırlayamıyor sanırım.
Bir gün yakın bir arkadaşı meme kanseri hastalığına yakalandığını söylüyor. O dönem Manhattan’da yaşayan ve 30 yaşında olan Adam Fawer’da ona telefonda Brooklyn’e taşınabileceğini birlikte her gün bilgisayarlarını alarak Starbucks’a gidip hep yazmak istedikleri kitaplarını yazabileceklerini söyler ve öyle de yaparlar. Her gün yazmaya başlarlar ve iki saat sonra bataryaları bittiğinde bırakırlar, şarj edemiyorduk diyor. İlginç olanı o zaman demek ki o kahve dükkânında şarj imkânı yokmuş. O şekilde yazmaya başlamış. Bir görme problemi olduğunu bilmiyordum ama altı yaşından beri göz problemleri olmuş. Bir gözü görmüyor diğeri de az görüyormuş. Kendisi müthiş bir azim öyküsü anlatıyor.
Adam Fawer içten yaptığı konuşmalarının aralarında pek çok güzel şey söylüyor. “Bir çok bireysel şeyde kötümserim ama genelde iyimserim..” diyor. Yeterince iyi çalışırsam başarılı olacağımı düşünüyorum… başarı ne kadar denediğinize bağlı…” diyor. Çok önemli bir mottosunu söylüyor gerçekten. Yaşamış, görmüş, görmeye de devam edecek. İki oğlu varmış ve onlara da aynı şeyleri söylediğini söylüyor. Ülkemize de gelmiş, yayınevinin davetlisi olarak ve imza günü yapmış. Benim haberim olmamıştı o dönemlerde. Türkiye’yi de çok sevmiş ve günün birinde burada bir kaç yıl yaşayarak bir roman da yazabileceğini anlattı. Ayrıca imzaya gelen pek çok kişi istatistiğe, matematiğe, fiziğe, okumaya ilgi duymaya başladıklarını da söylemiş ve bu beni çok mutlu etti diyor yazar. Gelelim benim de okuduğum Olasılıksız romanına:
Olasılıksız’ın arka kapağında şöyle bir yazı vardır ve hangimiz bunu yaşamamışızdır?
“Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parka baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mı, yoksa geleceği mi görüyorsunuz?
Biraz da hatırladığım kadarıyla kitaptan bahsedeyim. Kitabın ana karakteri David Caine olasılıkları noktası virgülüne kadar, aklından hemen hesaplayabilen aynı zamanda da Columbia Üniversitesi’nde doktorasını yapan bir kumarbazdır. Çok para kaybettiği bir dönemde Olasılık Kuramına Giriş dersi vererek para kazanabileceğini düşünür ve “olasılık kuramı nasıl doğdu?” sorusunun cevabını anlatan harika bir ders yaparken ilk atağını geçirir. Bir kaç hafta sonra tekrar ders verecek hale gelir ancak sınıfa girdiğinde hastalık tekrarlar. Artık sadece doktorasına kanalize olamaya karar verir ama ataklar devam eder. Sonunda epilepsi teşhisi konur ve ilginç bir ilaç tedavisi almaya başlar. Arada oldukça ilginç konular ve olaylar var ama bunları net bir şekilde yazamayacağım:) Sonrasında doktora hocası Profesör Doc’a yanında bir iş olup olmayacağını sormak için Doc’un ders verdiği sınıfa gider. Orada da çok güzel bir ders ile karşılaşır ve hocasına hesaplamalarda yardım eder. Sonrasında Doc, Profesör Peter ve kendisi bir yemek yerken yine bir atak durumu öncesi bazı durumlar yaşamaya başlar. Öyle ki bir kamyonetin camdan içeri girdiğini, yaralanmaları görür ve o arada kendine sormaktadır, acaba kamyonet girdiğinde hâlâ burada oturuyor mu olacaklardır, ölecekler midir? Hemen Doc dahil yanındakileri çekiştirerek uzaklaşmaya çalışır ve yere yatın diye bağırır. Tabaklar yere düşerek kırılır ve garson azarlamaya başlar ancak bu birazdan hiçkimse için önemli olmayacaktır. Çünkü kamyonet şimdi camdan içeri girmiştir! Burada kitaptan bir paragraf yazmak isterim:
“Ama sonrasındaki her şey değişmişti. Değişikti. Cam parçacıkları farklı yönlerde yayıldı çünkü artık insanlara saplanmamıştı, camın önünde insan yoktu artık…artık yoktu demek yanlıştı. Şimdi yoktu. Şimdiki şimdi değildi o gördüğü. başka bir şimdiydi. Olabilecek ama olmayan bir şimdi, şu an.“.
Bu arada, kendini iyi hissetmeyen Caine çaresizlik içinde, çok önemli ve normalde insanın aklına gelmeyen bir soru daha sorar: “…İnsan delirirken kimi arar?…” Kardeşini arasa ne diyecektir ki? O sırada telefonu çalar ve onu Profesör Peter arar, üzerinde çalıştığı bir projenin Cain için uygun olduğunu düşündüğünü söyler. Tabii ki Cain bu arada borçlarını ödemek uğruna yeniden kumar oynamaya başlar. Bu arada tedavisi de devam eder. Kitapta aksiyon, macera ve ajanların olduğu içeriğiyle polisiye durumlar, metafizik, fizik, kimya, felsefe gibi bir çok olay örgüsü bulunmaktadır. Ben de bunlardan aklımda kalanları seçerek yazıyorum elbette… Bunlardan biri de “Laplace’ın şeytanı” deyimini Cain’in yine bir derste öğrencilerine açıklayışıdır ki dersin tamamını yazmak isterdim:) Bilindiği gibi Laplace gezegenlerin yörüngelerini, yıldızların konumlarını belirlemek için pek çok hesap yapmıştır. Laplace olasılık hakkında felsefik değerlendirmeler de yazmıştır. Bunlardan biri:
” Bir an için doğanın tüm güçlerinin ve bunu oluşturan tüm varlıkların konumlarını anlayabilen bir canlı olduğunu düşünürsek- ve bunun bu verileri inceleyebileceğini de düşünürsek- aynı anda evrendeki en büyük varlıkları en küçük atomları da hesaba katarak bir hesap yaparsa, hiç bir şey belirsiz değildir ve gelecek de aynen geçmiş gibi, gözlerinin önündedir.”
İşte bu açıklaması ile her şeyi bilebilen, geçmişi ve gelecekte olabilecekleri bilebileceği bir varlığı tanımlamak için “Laplace’ın Şeytanı” deyişi kullanılır olmuştur. “…Şimdilerde herkesin dilinde olan Kuantum Düşünce Tekniğinin annesi gibi düşünülebilir mi Laplace’ın şeytanı ?…” diye sorayım ben de…
Ve kitabın sonuna kadar çok çeşitli olaylar, tanımlamalar, hesaplamalar ile zevkle okunacak diyaloglar… Yeniden tüm bunları hatırlamak, kitabı şöyle bir karıştırıp göz atmak oldukça zevkli oldu gerçekten. Adam Fawer’ın bu kitaptan sonra yazdığı Empati kitabını ve daha sonra yazdığı Oz kitabını da zevkle okudum. Belki daha sonra onlardan da bahsederim bu blogda yine aynı zevkle…Empati kitabını kime verdiysem geri gelmemiş besbelli ki ama Oz da kitaplığımda neyse ki…Şimdi ise son romanı Mobius kitapçılarda raflarda yerini almış. Adam Fawer bu romanı için televizyondaki programda, Ceyda Düvenci ile konuşurken “…belki de ilk kişisel romanım diyebilirim Mobius için…” diyor. Merak ediyorum ve istediğim kitaplar sıralamamda yerini aldı tabii ki…
Keyifli okumalar dilerim.
Not1: Bu arada kitabın arasından bir fiş çıktı. Kitabı okuduğum yıl, çocuklarıma tanesi 9 liraya tişört almışım :))
Not2:Bloglar için de geçerli midir yeni çıkan yönetmelikler bilemiyorum ama kendi paramla kendi edebiyat keyfim için aldığım tüm kitapların adları ve yayınevleri dolayısıyla #reklam yazayım ben yine de… Ayrıca yazar konulurken kendi söylediği Starbucks için de #reklam…yine YouTube yazdığım için de #reklam yazayım…