Her ikisi birden mi?
Kuzey yarımküremizde 21 Aralık gününün gecesi en uzun gecedir. Bundan sonra gündüz süreleri yavaş yavaş uzamaya başlayacak. Kışın karanlık günlerinden çıkmaya sabırsızlanıyorum. Ancak bu karanlık günlerin de (hem gerçek anlamda hem mecazî anlamda) fermantasyon için gerekli olduğunu yıllar yıllar içinde öğrendik hep beraber elbette…
Okumak öylesine harika bir duygudur ki nerede neye hangi konuya rastgeleceğinizi bilemezsiniz. Hep sürprizler vardır ya da hiç sürpriz yoktur:) Maalesef aradım ama kitabımı bulamadım, Norveçli bir yazarın bahçe bitkileri ile ilgili yazdığı bir kitabı okurken bir çalının yeni açan yapraklarını ve o an esmekte olan rüzgârı öyle bir tanımlamıştı ki “…ilkbahar ekinoksunu anlatıyor…” demiştim. Bir kaç sayfa sonra da doğru hissettiğimi, okuduğumda aramızda yaklaşık 3800 km olan bir coğrafyada, insanların aynı doğa olaylarına karşı aynı hisleri hissedip farklı fonetikte ifade etmeleri dolayısıyla o fonetiğin yazı dili ile yazıya aktarılması gülümsememe sebebiyet vermişti. Hatta şu an bile yazarken o ilkbahar esintisini yüzümde hissettim. “Dervişin zikri neyse fikri de o olurmuş” atasözüne de yaslanarak ilkbahar sevgimin Kış Gündönümünden rol çalmasını tam olarak açıklayamam ama şimdi kış gündönümünü anlatabilirim sanırım:))
Mevsimlerin değişmesi doğa olaylarının da değişimi demektir. İlk insanlardan bu yana da hep insanoğlunun dikkatini çekmiştir ( Burada insanoğlu kavramına takılanlara şunu demek istiyorum: insanlar birbirinden ne ilham alabilirim diye düşünmek yerine birbirini acımasızca eleştirip etiketlendirmeye teşne çok uzun zamandır. Bu ayrı bir yazı konusu hatta kitap konusu olacak kadar da derindir bana göre. Benim bu yazıda demek istediğim bir insanoğlu sözcüğü vardır ki yıllardır herkes ne denmek istendiğini anlayabiliyordu. Buna cinsiyetçilikle yaklaşmak yersizdi. Cinsiyetçiliğe ben de itiraz ediyorum. Sözcükleri olmazlara çevirmeye de itiraz ediyorum.). İnsanoğlu birden başlayan şimşek çakmalarına, yıldırım düşmelerine, kar, dolu, yağmur yağışlarına, don, sis olaylarına, bazen gece yıldızların parıl parıl parlamasına, bazen de yıldızların ışığının azalıp ayın gökyüzünde şekilden şekile girmesine, bütün bunların etkileriyle yeryüzü sularının çoğalıp azalmasına, güneşin gökyüzünde her mevsim farklı konumlanmasına, gündüz- gece sürelerinin değişmesine kimi zaman korkularına esir olarak kimi zaman çoşkularına araç yaparak, kimi zaman boyun eğerek kimi zaman da boyun eğdirtmeye alet ederek tepki vermişlerdir. Tepkilerinin çeşidine göre de ya ayinler, dinsel törenler düzenlemişler ya da kutlamalar tertip etmişlerdir.
Her insan topluluğunun düşünce insanları, yıllar içerisinde (bugün 20- 21 Aralık gününe karşılık gelen günleri ne mutlu ki uzunca bir süredir insanoğlu olarak bizler isimlendirebiliyoruz zamanı…Ancak isimlendiremediklerimiz de var, onlar da yıllar içerisinde bulunacak…) henüz adını koymadıkları doğa olaylarının gruplar halinde gerçekleştiğini anlamışlar ( sonraları mevsim diyecekler). Bakmışlar ki sıcak günlerin bitiminden sonra hızla gündüzler kısalıp geceler uzuyor, bir noktaya gelindiğinde havalar iyice soğuyor ve gecelerin uzaması durarak yavaş yavaş yavaş kısalmaya gündüz süreleri de uzamaya başlıyor…Biraz daha dişlerini sıkar doğanın sert koşulları ile baş edebilirlerse havalar ısınmaya, doğa yeşerip taze yiyecekler sunmaya başlayacak…İşte müjdeli zamanlar geliyor…Bu arada da elde avuçta olan yiyecekler dışardaki soğuk hava sayesinde bozulmadan onları sıcak günlere yetiştirebilecek…
“…O hâlde ne duruyoruz bunu kutlamalıyız…Uzun bir zaman dilimini geride bırakıyoruz… Yağan bembeyaz karlar her yeri temizleyecek… Bir müddet sonra ılık meltemler esmeye, yapraklar açmaya her yeri rengârenk mis gibi çiçekler kaplamaya başlayacak…Hayvanlarımız yavrulayacak, çoğalacak…Şimdi birlikteliğimize şükredelim, her yeri süsleyelim, yemeklerimizi paylaşalım, bereketimiz için biri bin yapalım, bir narı böldüğümüzde binlerce taneyle karşılaşmıyor muyuz? O her taneye şükrederek bir olalım…” gibi bir şeyler mi söylediler? Bilemiyorum ama çook eski zamanlardan beri Dünya’nın farklı coğrafyalarında farklı milletlerin bu türlü kutlamalar yaptığına dair çeşitli yazınlar ve lirik hikâyeler var. Bunlardan biri de Nardugan Bayramı. Rivayete göre İslamiyet öncesi Türkler, kış gündönümü zamanı gece ile gündüzün savaştığını, gündüzün galip geldiğini düşünürlermiş. Gündüzün savaşı kazanması yeniden doğuş demekmiş. O hâlde bu kutlanmalı, bu kutlama da Hayat Ağacı’nın altında yapılmalıymış. İnanışlarına göre hayat ağacı, akçam, Dünya’nın tam ortasında yer alırmış. Hayat ağacı elde avuçta ne varsa onlarla süslenir, süslenirken dilekler dilenirmiş. Herkes en güzel giysilerini giyer ağacın etrafında oyunlar oynar, dans ederlermiş…Büyüklerine ayrı bir özen gösterir, saygıda kusur etmezlermiş…Gün doğuyor diye sevinirlermiş…Bu sebeple de adı Nardugan: Nar= güneş Tugan= doğan… Söylene söylene nardugan olmuş. Görselleştirmede, akılda kalıcılıkta kolay olduğu için sanırım nar meyvesi görselleştirilmiş ve bizler de öyle kullanır olmuşuz. Çok da uygunsuz olmasa gerek nar meyvesine atfedilen anlamlardan dolayı…Yine birçok medeniyette nar hep bereketin sembolü olmuştur. Düğünlerde, kutlamalarda, bayramlarda nar meyvesi sembolik anlamına yönelik olarak kullanılagelmiştir.
Kim ne derse desin bir yıl daha bitiyor. Bir mevsim daha geçiyor. Söyleyecek de söylenilenleri dinleyecek de çok şey var ama çok zaman var mı bilemiyorum. Bu yazının konusuna dair sözlerim ise şunlar: Herkes kendi inanışına göre duasını eder, dileklerini diler, süsler, süslenir, ağlar, güler, memnun eder memnun olur, sevindirir, sevinir…Destanlar ve söylenceler, gelenek ve görenekler olmasa geçmişten bu yana olaylar ve konuların metodolojik anlatımlarla yazılagelen, görece sıkıcılığı, nasıl kırılabilir ve Dünya’ya, üstündekilere olagelen her şey dilden dile coşkuyla nasıl aktarılabilirdi? değil mi? unutmamak lazım…
Yaşasın 2024 yılının
Kış gündönümü de geldi,
Diye sevinirken,
Sermayeden bir yıl daha eksildiğinin
Farkında olmak lazım cancağızım…
Bir yanıt yazın