Kitabın konusu nedir?
Böcekleri Seven Kadın, doğada olup bitenler ile insan davranışları, yaşamı ve duyguları hakkında o kadar çok şey anlatıyor ki…En önemlisi de Cadı Avlarının yapıldığı zamanlarda yani 1500- 1600’lü yıllarda, çocukluğundan itibaren, olağan uğraşların dışında farklı bir konuyla tutkuyla ilgilenen ve tutkusunun peşinde türlü maceralara girişen bir kadının hikayesini anlatıyor.
O yıllar o kadar zor yıllar ki bugün adına alternatif tıp dediğimiz iyileşmek için bitkilerden faydalanma yolu o zamanlarda neredeyse tek yöntemdi özellikle kırsal kesimlerde…Buna rağmen bitkileri toplayıp kurutma işlemleri bugünkü gibi şölen havasında değil aksine büyük bir sessizlik içinde yapılıyormuş. Bitkileri doğadan toplayanın ailesinin, bakmak zorunda olduğu hayvanların ya da komşularının sağlığı için mi yoksa kötücül amaçlar için mi topladığı ayırt edilemediği düşüncesinin arkasına saklanılıyormuş. Prag’da gezerken gördük ki cadıları topladıkları ve halka sergiledikleri büyük kafesler, o zamanların unutulmaması için, yer yer oldukları yerlerde duruyorlar, dehşetin bir simgesi olarak sergileniyorlar.
Böcekleri Seven Kadın kitabının konusu gerçek hayata mı dayanıyor?
Kitabın kahramanı Maria adını ve işini, böcekleri doğrudan gözlemleyen ve resmeden ilk Avrupalı doğa biliminsanı 1647 Frankfurt doğumlu Maria Sibilla Merian’dan almış…Kitabın sonuna geldiğinizde orada tarihsel kitabın içinde karşılaşılan karakterlerin tarihsel karşılıkları görülebiliyor ve romanın konusunun aynı zamanda bir Japon Hikâyesine dayandığı okunabiliyor.
Kitaptan etkileyici birkaç örnek:
Kitabın kahramanı Maria’nın daha onbir yaşındayken kelebek kozalarını gözlemlediğinde hangi düşünceler içinde olduğuna dair paragraftan bir kısmını yazayım: “Kelebeğin kozası bir bitkinin üzerinde ölü bir yaprak gibi sallanır. Bitkinin olgunlaşmış kozasını söküp dış katmanını bıçakla kesersek, içinde yatan kelebeği görürüz. Hareket eden ve yaşayan bir kelebek. Ne var ki erken açarsanız kelebeği bulamazsınız ve…” O yıllarda onbir yaş için oldukça etkileyici, bilimsel bir bakış değil mi?
Maria’nın yetişkinlik yıllarında ev kirası ödeyecek parası bile yokken Amsterdam’a taşınması, yaptığı çiçek resimlerini satarak gelir elde etmesi ve oradan gemiyle okyanusu geçerek Japonya’ya gitmesi, orada her yeri at sırtında gezip gözlem yapacağı için kendisine Türk Pantolonu diktirmesi…Evet evet okuyunca araştırdığıma göre, o yıllarda Türk Pantolonu diye bahsedilen bir pantolon var ve dikim tarzından dolayı, ata inip binmek ve bıçak gibi silahları rahat taşıyabilmek için çok rahat olduğu söyleniyor.
Maria’nın Japonya’da köy köy gezip dillerini bilmediği halde insanlarla iletişim kurabilmesi, her şart altında sabahın erken saatlerinde böcekleri gözlemleyip resmetmesi, yaşadığı akıl almaz olaylar ve bunlarla başetme tarzı, Hong Kong’da Güney Afrika’da alanıyla ilgili gelişmeleri takip edişi, gemiyle eve dönüş yolculuğu ve Berlin’e dönüşü, hepsi kitabın içinde, ayrı ayrı maceralar…
Kitabın sonuna doğru Maria’nın yaşlılığı nasıl tasvir ettiğine de bir örnek paragraf yazmak istiyorum: “Yaşlanmak toprak tarafından çağrılmaktır. Duruş bozulur, ağız kenarları, göz kenarları, göğüsler ve postür aşağı doğru akar. Dizler zayıflar, adımlar gerginleşir, tırnaklar ve dişler kırılganlaşır, hastalıklar iz bırakır ve hiçbir yara iyileşmez. fakat tüm bunlarla başa çıkabilirim.”
“…Fakat tüm bunlarla başa çıkabilirim.” işte yaşlansa da Maria’da hâlâ var olan azimi anlatan sihirli bir cümle…Artık çadırda kalmasını gerektiren gözlem gezilerine vücudunun dayanamamasına üzülüyor ama bu gezilere son veriyor. Neden tam olarak ağrıları değil, o ağrılardan sonra çalışacak gücü kalmamasına üzülüyor ve çalışmanın başka bir yolunu bulmak gerektiğine inanıyor.
Kitap etkileyici bir şekilde de sona eriyor. Maria’nın ölümünü anlatım tarzı…Sanki deneyimlemiş gibi anlattığından olsa gerek okurken nefesiniz kesiliyor…
Böcekleri seven kadın kitabı nasıl okunmalı?
Eğer böceklere karşı kıramadığınız bir önyargınız varsa ya da sadece çok hoşlanmadığınızı düşünüyorsanız, kitabı okurken içine dalmadan, kendinizi o durumdan olabildiğince izole tutarak okumaya çalışın. Nasıl mı? Sanki bir camın arkasından olan biteni seyrediyormuş gibi düşünün. Gözünüzde canlandırmak istediğiniz anlar varsa canlandırın diğer taraflarını uzaktan seyredin.
Şimdi zihninize açabileceğiniz alanın sınırlarını tahayyül edin sonra bu kitabı okuyup bitirdiğinizde zihninizin sınırlarındaki genişlemeyi mutlaka farkedecek ve iyi ki okumuşum diyeceksiniz.
Böcekleri Seven Kadın kitabını almaya nasıl karar verdim?
Gökten Düşen Şeyler kitabını çok severek okumuş ve Selja Ahava’nın kitaplarını takip etmeye başlamıştım. Tam da Mara ile Dann kitabını okurken Böcekleri Seven Kadın kitabını kitapçıda görmüş ama Gökten Düşen Şeyler kitabının yazısını yazdığımda neden alamadığımı yazmıştım. (Şimdi o yazılarıma bakarken gördüm de Kazuo Ishuguro’nun “Uzak Tepeler” ini okuyorum, anlatacağım demişim ama anlatmamışım. O hâlde yeni yazılarımdan biri de o olsun diyeyim.).
Dönüyorum Böcekleri Seven Kadın kitabına…Aldım, çanta kitabım oldu ve her fırsatta okuyarak bitirdim. Kendimi çok kaptırarak okuduğumu söyleyemem ama yazarın anlatım kabiliyetini ve insana dair olan tüm duyguların bilimin peşinde koşarken nasıl değişimlerden geçtiğini okumak da etkileyiciydi. Bitirdiğimde de “iyi ki okumuşum” dedim.
NOT: Her kitabımda olduğu gibi kendi paramla aldım ve okudum ama fotoğrafını buraya koyduğum için #reklam yazıyorum.
Bir yanıt yazın