Küçücük bir tohumdan çıkan bitkiler, yediğimiz içtiğimiz sebzeler, meyveler adeta büyülüyor insanı değil mi?
Bir bahçe tasarlamak, sebze ve meyvelerin için hobi alanı oluşturmak oldukça keyifli ancak oldukça da yorucu bir iştir. Her konuda olduğu gibi seviyorsan bu yorgunluğun da tatlı bir tarafı vardır senin için…Dolayısıyla süreci de değerli bulursun ve kıymetini artırmak için de okursun, araştırırsın ve tecrübelilere danışırsın. Soracağım tecrübeli kişileri bulmak da zorlaştı benim için. Neden mi?
Önceleri sanırdım ki doğayla uğraşan herkes benim gibi bildiği ve öğrendiği her şeyi herkesle paylaşmak ister. Doğa bu, Dünyamızın her alanı, her yeri…Bilemiyorum ki nasıl anlatayım “..dört duvar, bir çatının dışındaki her yer işte…” Düşünebiliyor musunuz? Ne kadar büyük bir alan…Paylaşamayacak ne var yani? Bildiğin, uyguladığın, paylaştığın her bilgi Dünyamızın yaşanılası bir gezegen olma durumunu sürdürmeye yardımcı olacak, ekolojik hayatın dengesini koruyacak ve sürdürülebilirliği iliklerimize kadar bize hissettirip yaşattıracak. İşte bu gibi sebeplerle herkes her bilgiyi paylaşmak ister sanıyordum (öğretmenim ya meslek hastalığı mı acaba?)… Ancak maalesef öyle olmuyor kimi kibirinden kimi yaptığın işi küçümsediğinden kimi de “…onu da bilmeyiver, yapmayıver…” yaklaşımından kaynaklı bilgisini paylaşmak istemiyor (…hayır onu da bilsem ne olur ki? kime ne zararım var? anlayamıyorum…) Bana bilmediğim bir şeyi öğreten kişi beni çok mutlu eder, bildiğiniz gibi değil içim kıpır kıpır olur. Bunu da mutlaka belli ederim; öğreten kişi ile samimiyetime bağlı olarak ya kocaman gülümserim ya da kırk kere teşekkür ederim:) Bilgi paylaştıkça değerlenir öyle değil mi?
Gelelim sorma konusuna: Balkonda bitki yetiştirirken fazla soracak bir şey olmuyordu doğrusu. Apartmanda doğup büyüdüğüm için pencere önünde, balkonda bitki yetiştirmeyi göre göre öğrendim zaten…Yetişkin olduğumda da öğrenmek istediğim şeylere okuyarak, araştırarak ulaşıyordum. Sonra bir bahçem olduğunda işler biraz zorlaşmaya başladı çünkü tek yıllık bitkilerin yanı sıra çok yıllık bitkiler, meyve ağaçları, peyzaj bitkileri de hayatıma girince işler biraz çetrefilleşti. Okumalara, araştırmalara yetişemez oldum. Sonuçta saksı bitkisi yetiştirdiğim zamanlar bitkinin başına bir şey gelince ya yenisini alıyor ya da o bitkiden olan bir tanıdığımdan bir parça alıp tekrar tutturabiliyordum. Bitki yetiştirme alanı da pencere önü ve balkonla kısıtlı olduğundan beğendiğim başka bir bitki ile değiştirebiliyordum. Ancak hayalimdeki bahçeyi oluşturmak için zayiatı en aza indirip verimi en fazla hale getirmek gerekiyordu. Biliyor musunuz, büyük bir alanda sürdürülebilirliği sağlamak göründüğü gibi kolay olmuyor (Geri dönüşüm, ileri dönüşüm yapmak bazılarına hafife alınacak bir mesele gibi geliyor ya ben de buna çok şaşırıyorum.). Tam bu noktada konuyu dağıtmadan tekrar yazıyı toparlıyorum( Bunu da nereden öğrenmeliyim bilmiyorum, henüz araştırmadım ama anlatacak çok şeyim varmış, bunları nasıl ilişkilendireyim diye…Yazarken bakıyorum bir konuyu anlatırken o konunun içinde küçük küçük diğer konu başlıkları kümeleri oluşuyor. Bunların başlığını atıp taslak yapıyorum. Bir dahaki sefere yazmak için zaman bulduğumda bu konuyu ele alayım diye…).
Daha önce ki kesik kesik düşündüğüm, anlattığım bir şeyler bu sabah kafamda bir cümle olarak parıldayıverdi: “…bizim ülkemizde, çoğunlukla köyde ya da küçük bir yerleşim yerinde yetişen, toprakla, tarlayla, meyve bahçesiyle iç içe olan insanlar şehirde yaşayan, okuyan, çalışan bir insanın toprakla, bahçeyle, ağaçla uğraşmasını köylülük ile bağdaştırıyor ve zavallı hareketler olarak görüyor, küçümsüyor.” Oysa küçümsediği insan bu uğraşılarının sonunda çiftçinin, toprakla uğraşmanın, ürün yetiştirmenin değerini daha da iyi anlıyor ve yüceltiyor. Ne büyük bir tezat değil mi? (Tırnak işareti içindeki cümlemde geçen köylülük kelimesini toplumun içinde kalıplaşmış hale gelen, zamana ve mekâna uymayan bir düşünce yapısına atfedilen bir kavram olarak kullandım.)
Avrupa ülkelerine yaptığım seyahatlerde oralardaki köy yaşamına bakar hayran olurdum. Pek çok insanda olduğu gibi ben de sorardım:”…Neden bizim köylerimiz de böyle değil? Neden bizim çiftçilerimiz de, üreticilerimiz de böyle bir hayat sürdürmüyor?…” Bana verilen cevap da genelde şöyle olurdu:”…adamların ülkeleri zengin…ülkeleri bizim ülkemizin bir şehri kadar yalnızca…” Doğrudur, bir bahçeye yazlık, tek yıllık çiçek dikmek için bile dünya para harcıyoruz evet… Evet de sadece bu olamaz…
Evet olamaz, anlayış da çok önemli, değer vermek de… Para ise sadece araç ve sonuç… Maalesef para hepsinin önünde görülmeye başlanırsa işte orada üretim de durmaya başlıyor. Para olacak ki toprak işlenecek, gübre alınacak, mazot yakılacak, tohum alınacak, sulama yapılacak, ürün toplanacak ve depo tutulacak gibi masraf kapıları haklı olarak sıralanıyor. Benim söylemek istediğimse şu: 1.Önce anlayışı ve değer verme tutumunu değiştirmek, geliştirmek ve içselleştirmek önemli. 2.Araç olarak parayı nasıl kullanacağını bilmek önemli. 3. İlk iki madde gerçekleştirilirse para da yetecek ve çoğalacaktır diye düşünüyorum.
Öncelikle bir insanın nerede doğduğu, yaşadığı değil, nasıl ve neyi öğrenerek büyüdüğü, doğduğu yerin getirdiği öğrenme aktivitelerinin yanı sıra Dünyada canlı olarak yalnız olmadığını öğrendiği, hayatta kalabilmek için asgari düzeyde hayatta kalma becerileri ile üst düzeyde Dünya yaşamını iyileştirmek için neler öğrendiğinin önemli olduğu bilincine ulaşmak gerekir. Sonrasında ise tüm bireyler bilgi, beceri ve yeteneklerine göre yaşamlarını sürdürüp ona göre eğitim almaya başlar, hobilerine de zaman ayırmayı öğrenir. Görüleceği gibi yapılan işin, mesleğin adının ne olduğu değil kişinin hayatında ve toplumun hayatında ne gibi bir değer yarattığı önemlidir. Buna göre de her insanın ayrı ayrı bir kıymeti olduğu gibi yapılan işin de ayrı ayrı bir kıymeti vardır. Biri olmadan öbürü de olmaz ya da kıymeti bilinmez.
İkinci olarak araç olarak parayı nasıl kullanacağını bilmek geliyor demiştim. Yapılan iş her ne ise o işi yapmak için alınacak eğitimden tutun da o işi yapabilmek için gerekli her türlü donanımı sağlamak ve o arada yaşamı sürdürmek için para gerekecektir. Ancak yaşamı sürdürürken çıkan çöpleri çöp kutusuna atmak, elektrik gerekmeyen bir odanın lambasını sönük tutmak, insanlara selam vermek, teşekkür etmek gibi faaliyetler için para gerekmediği gibi etrafımızı temiz ve düzenli tutmak da para değil çaba gerektirecektir. Ne diyor bir atasözünde “Aslan yattığı yerden belli olur.” (Fark ettim de burada da ek olarak anlatacak çok şey var:)İçlerinden biri bu konu olabilir.).
Üçüncü olarak ise yaşamına, işine ve Dünyamıza verdiğin değerin, duyduğun sevginin sonucunda elde edeceğin ürünler de herkesin faydasına olacak değerde, güzellikte ürünler olacaktır. Bu ürünlerin de her zaman alıcısı olur, dolayısıyla sonuçta para da kazanırsın. Bundan zevk de alırsın. Başkasının yaptığı işte gözün kalmaz. Vaktini vara yoğa ahkâm kesmekle harcamak yerine kendini, işini, yaşamını geliştirmeye harcadığından senin yaptığın işin de değeri her zaman bilinir. Fark ettiysen bu bir döngü oluşturur…Yaşamın, evin, çevren güzelleşir. Hayata da güzel gözlerle bakar, bir çiçeğe bir arıya, bir kelebeğe, bir çalışana senin hayatına kattığı faydalar için teşekkür etmeyi bilirsin. Hayat daha da güzelleşir.
Sonuç olarak bilgini, tecrübeni paylaş etrafınla, öğrenmek isteyenle… Paylaş ki bilgi çoğalsın, başka Dünyalar aranacağına elimizdeki Dünya’yı yaşanabilir kılmaya devam edelim…Sevgiyle…
Not: Yazımda kullandığım görselleri dall e ile hazırladım.