Gregorius bir kelimenin peşine takılarak gece yarısı trene binip Lizbon’a gider. Orada ceketinin cebinde taşıdığı ve içindeki yazılanlanlardan çok etkilendiği kitabı yazan Prado’nun izlerini sürmeye başlar. Bir akşam paten kayan bir gencin dirseğiyle kendisine çarpmasıyla Gregorius’un gözlüğü yere düşer ve kırılır. Bu talihsiz olay Gregorius’u çok üzer. Eski diller uzmanı ve de öğretmeni olan Gregorius ileri dercede miyoptur. Kalın camları olan gözlüğünü de yıllardır değiştirmemiştir. Şimdiyse tüm kırık camlarını ve çerçevesini yerden toplamış olduğu gözlüğü çaresizlik içinde ellerindedir. Oteline döner ve ancak asansörde gözlüğünün kırıldığında çizdiği şakağından kan sızdığını farkeder. Uyuyup uyanıp kahvaltısını ettikten sonra trende tanıştığı, son derece beyefendi bir kişiliği olan Jose Antonio da Silveria’yı arar ve sekreterinden Jose’nin kız kardeşinin de gittiği göz doktorunun adresini alır. (Bu iki adam Lizbon treninde tanışmışlar ve hoş bir sohbet gerçekleştirmişlerdi. Silveria Gregorius’un bu anî Lizbon ziyaretinden çok etkilenmişti ve Gregorius’a bu hiç bilmediği kentte bir ihtiyacı olursa mutlaka kendisini aramasını söylemişti.)
Doutora Mariana Conceiçao Eça bir bakışta insanın güvenebileceğini hissettiği bir doktor hanımdı. Gregorius’u da hemen alışılageldiği biçimde aletlerle muayene etmemiş önce miyop olmasının aşamalarını ve kendisinde yarattığı sorunları anlattırmış, Gregorius’a uykusuzluk çeken bir adam olduğunu söylemiş ve sonra klasik testleri yapmaya başlamıştı. Bu testleri de üç kez tekrar ettikten sonra kırılan gözlüğünden oldukça farklı bir numara ile reçetesini hazırlamış Gregorius’un kendisine güvenmesini istemişti. Bu gizemli kadın doktor bir de şu sözü eklemişti :“…insanın ne kadar iyi gördüğü pek çok şeye bağlıdır…”
Çok severek okuduğum bir kitap olan “Lizbon’a Gece Treni” Pascal Mercier tarafından yazılmış ve Türkçeye İlknur Özdemir çevirmiş. Bana göre çok etkileyici ve dilin çok iyi kullanıldığı bir kitaptı. Bir roman olmasına karşın çok defa altını çizdiğim cümleler ile doluydu. Bir defa daha okuyabileceğim bir kitap oldu. Yukarıdaki paragrafları da hatırladığım kadarıyla romanın başlangıcı sayılabilecek bir bölümünden yazdım. Neden mi? Başlıkla ilgisinin olduğunu düşündüğüm için…
Gelelim yazımın başlığı ile ilgili kitaptan aldığım bölüme:
Gregorius yeni gözlüğünü son derece modern bir çerçeve ile -ki gözlükçüde çalışanlar ikna ettiler bu çerçevenin ona çok yakıştığına- teslim aldı. İnce bir çerçevesi olan bu yeni gözlük onun yüzünü de değiştirmişti sanki. Gözlüğü taktığında Gregorius, kendisini herkesin incelediği gibi incelemeye başladı. Dizi çıkmış pantolonu, kaba kazağı ve eski anorağı kendisinin de gözüne çirkin gelmişti. Etrafındaki güzel giyinmiş insanların arasında tuhaf durduğunun farkına vardı. Hem zaten bu kıyafetleri yeni gözlüğüne de hiç uymuyordu.
Bu şekilde düşünüvermesi yıllardır giydiği giysilerine böylesine yabancılaşması Gregorius’u çok kızdırdı. Ancak ertesi gün doktor Mariana’yı ziyarete gidecekti. Söz vermişti yeni gözlüğü ile gidecek memnun olup olmadığını yanında bildirecekti. O hâlde gözlüğüne uymayan bu eski püskü kıyafetlerle oraya gidemezdi. Bir mağazaya girerek kendisine yeni kıyafetler satın aldı…
Peki Diderot’un Gregorius ile ilgisi neydi?
Denis Diderot 1700’lü yıllarda yaşamış ünlü bir Fransız yazardır. Aydınlanma çağında düşüncelerini yazarak paylaşan bu filozof Fransız devriminin de düşünsel gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Devrimci düşünceleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış, birçok kitabı basılmış, toplatılmış hatta yakılmıştır. Kendisi de pek çok kez cezaya çarptırılmış ama bu arada edebî eserler de yazmaya devam etmiştir.
Bu aşamalarda da oldukça parasız kalmış, sefil bir hale gelmiş olan Diderot’un bu durumunu öğrenen Rus kraliçesi Katerina yazarın kütüphanesini yüklü miktarda bir para ile satın almış. Sonra kütüphaneyi tekrar Diderot’a hediye etmiş. (Bu bir gerçek mi rivayet mi bu da bir başka konu…)
Artık Diderot’un çok parası olmuştur. Evinde yazma işlerine devam ederken bir gün eskiden beri çok istediği kadife sabahlığı almaya karar verir. Sabahlığını alır ve çok severek giymeye başlar. Yine bir gün sabahlığı ile yazısını yazıp kahvesini içerken yazı masası, sandalyesi, etraftaki eşyalar, halısı, duvar resimleri, süs eşyalarının sabahlığı ile hiç uyumlu olmadığını farkeder. Derhal her şeyi yenilemelidir yoksa tüm bunlar çok sinir bozucudur. Tüm eşyalarını yenilemeye başlar. Durmadan yeni yeni şeyler alır. Sürekli para harcar. Çok zaman geçmeden içine düştüğü bu dipsiz kuyunun farkına varır ancak servetini tamamen kaybetmek üzeredir. Bunun üzerine meşhur cümlesini söyler: “…eski sabahlığımın efendisi iken yeni sabahlığımın kölesi oldum!…”
Diderot kadife sabahlığının, Gregorius da yeni gözlüğünün kölesi mi oldu? Peki biz hangi eşyalarımızın ya da hangi düşüncelerimizin kölesi oluyoruz acaba?
Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda her çarşamba akşamı yayınlanan Mola Vakti programında “Diderot Etkisi” kavramını duyduğumda çok farklı gelmiş çok eğlenmiştim. Daha sonra Lizbon’a Gece Treni romanının kahramanı Gregorius’un da başına neredeyse aynı şekilde gelen olayları okuduğumda hepimizin kapılabileceği bu düşüncelerin olduğu üzerine düşünmeye ve yazmaya başladım.
Tüketim çılgınlığını günümüzün sorunları arasında sayan bizler Diderottan yola çıkarak eskiden de var olabilen bir sorunun günümüzde yalnızca hacminin arttığını görmeliyiz. Aslında pek çok sorun Dünya var olduğundan beri var ancak yıllar içinde bu sorunların hacminde, yapısında, teknolojisinde değişiklikler meydana geliyor. Tüketim bilimsel olarak incelenmeye başladığında da bazı kavramlar kullanılmaya başlanıyor tabii.. Bunlardan biri de hikâyesini yazmış olduğum Diderottan esinlenilerek kullanılan bir kavram olan Diderot etkisi…
Yapılan her satın alma işleminin yeni satın alma işlemlerini tetiklediği etkiye de Diderot Etkisi adı veriliyormuş. Diderot etkisinin tüketici alışkanlıklarının incelenmesinde ve tüketici davranışlarının yönlendirilmesinde çok önemli bir yeri olduğu bizim tarafımızdan da oldukça aşikârdır. Kaldı ki reklam verenler ve reklam düzenleyenler bu etkiyi biz tüketiciler üzerinde manipülasyon yapacak şekilde oldukça etkili de kullanıyorlar öyle değil mi?
Gregorius’un akıbeti de Diderot gibi oldu mu? Hayır, Gregorius yeni şeyler satın alma işine hep mesafeli yaklaştı dolayısıyla çok para harcamadı romanda…Onun en çok para harcadığı şey her daim kitapları oldu, yazarın bize anlattığı kadarıyla;)