Baldassare Embriaco tanınmış bir ailenin saygın bir oğlu olarak Cübeyl’de bir sahaf dükkânı işletirken bir şekilde yolu “yüzüncü ad” isimli kitap ile kesişir. Okuma, öğrenme aşkı çok yüksek olan Baldassare, ne ilginçtir ki bu kitabın henüz ilk sayfalarına göz gezdirmişken kitap bir şekilde elinden gider. İşte aslında o an başlamıştır Baldassare’nin seyahati…
Amin Maalouf’un ” Yüzüncü Ad” adlı romanını Samih Rifat türkçeye çevirmiş ve kitap Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış. Romanın çekiciliği kaybolmasın, fazla spoiler vermeyeyim diye sadece romanın içinde bahsi geçen şehirlerin adlarını yazacağım şimdi…Açıkçası kitaba kitapçıda göz gezdirirken bu da ilgimi çekmişti..: Cübeyl, Trablus, Halep, Tarsus, Konya, Afyonkarahisar, Istanbul, İzmir, Sakız adası, Cenova, Lizbon, Amsterdam, Londra, Calais, Paris, Cenova…
İzmir’de kitapçıda ( …ki gittiğim şehirlerde zincir kitap dükkânı da olsa mutlaka bir kitapçıya girer, o şehirde o kitapçının atmosferinin nasıl olduğuna bakarım mutlaka. Hele ki kitapçının ortamını sevmişsem, neden sevdiğim ayrı bir yazı konusu olmalı, mutlaka bir veya bir kaç kitap, dergi, ajanda, defter, kalem alırım. Tabiri caizse her şeyde gözüm kalır..:) kitap raflarının arasında kaybolduğum sırada bu kitabı elime aldım. Her zaman yaptığım gibi önce arka kapağını okudum. Sonra kitabın içinden rasgele sayfalardan rasgele cümleler…Artık kitap kollarımın arasında…Tabii ki başka kitap ve dergileri de inceledikten sonra bir kitap daha beğendim, bir de dergi ile kurşun kalem aldım. (Kurşun kalemler de ayrı bir hevesim…Hele ilkokulda kalemtraşla açtığımda açığa çıkan odun ve carbon kokusunun birlikteliği…) Hemen yan tarafındaki kahve dükkânında da ilk sayfalarını okumaya başladım. Tüm sayfaları okuyup bitirmeye can atıyordum ama tadını çıkararak okumayı ve aynı anda şehri gezmeyi de çok istediğimden kahvem bitince kitabın kapağını da kapatıp özenle çantamın içine yerleştirdim.
Bahsettiğim kitabı elime aldığımda ve ilk satırlarını okumaya başladığımda beni etkileyen ilk şey “…neden ben şimdiye kadar hiç böyle bir soru sormadım kendime?…” sorusunu kendi kendime sormak oldu. İşte o an kendime sorduğum bu soru hâlâ cevabını bilemediğim kocaman bir soru…
Eskiye göre az olsa da çok kitap okuyorum. Ancak okuduğum kitapların adları, yazarları ve konularını eşleştirirken son zamanlarda sıkıntı yaşıyorum. “…a ben bu kitabı okudum…” dediğim an düşünmeye başlıyorum: “…bu kitabın yazarının adı neydi, konusu şuydu da içeriğinde neler vardı?…” bu soruları sıralamaktan da hoşlanmıyorum. Bu bahsettiğim unutkanlıkları yaşamamak için Youtube’da esasında felsefe anlatan Pelin Dilara Çolak’tan bir metot öğrendim. Çok kısaca diyor ki okuduğunuz kitapları yazarları ve geniş özetleriyle beraber not alın. Ara sıra da göz atın. Merak ediyorsanız siz de “…okuduklarınızı unutmamak için…” başlıklı videosunu seyredebilirsiniz (kesinlikle reklam değil kendi kendime Youtube’da denk geldiğim anlattığı konuların da pek çoğunu merak ettiğim için takip ettiğim bir hesap…).Önerdiği bu metot çok güzel gerçekten. Sadece rutin alışkanlık haline getirebilmek zor ama uygulanmaya değer. Aslında buna benzer bir metodu ortaokul ve lise edebiyat derslerinde bize yaptırmışlardı. Ancak o zaman içselleştirememişim demek ki…Ne zaman bunu uygulamaya hazır olmuşum işte o zaman zihnen tanıdık olan bu uygulamaya sahip çıkmışım demek ki…
Bu aşamada tam da “…neden blogumda okuduğum kitaplardan bahsederek unutmama egzersizleri yapmıyorum ki…” gibi bir kısa aydınlanma yaşadım. Yazmaya başladığım anda ise başka bir idrak yaşadım: “…blog herkese açık, ben geniş özeti burada yazarsam kitabı okumak isteyene çok ayıp olur, istemeyip ödev gibi bir yerde kullanmak için arayanlara da hazır lokma…”. Her iki şıktan da hoşlanmadığım için blogumda tam bir kitap incelemesi yapmaktan vaz geçtim. Sonuç olarak da kitaptan sadece yukarıdaki kadar bahsetmeyi tercih ettim.
Niye bir sürü kitap okurken bu kitaptan bahsettim? Çünkü çok beğendim. Ayrıca Pelin hanımın taktiğini “Lizbon’a Gece Treni” kitabını okuduğumda kitabın incelemesini blogda yazarak uygulamaya karar vermiş ama tam da uygulayamamıştım .Diderot Etkisi başlıklı yazımda ele almıştım biraz… Tabii ki okuduğum kitapları unutmamak için notlar alma taktiğinden vaz geçmeyeceğim. Blogumda kısaca bahsederken ajandalarımda daha uzun bahsedeceğim. Bu yazıyı yazma aşamasındayken bile bu konuyu sık sık düşününce okuduğum son kitaplar zihnimde hâlâ canlı duruyorlar. Bunu da test etmiş oldum.
Aslında her ne kadar bloguma yazılar yazsam da ilgi alanlarıma göre sınıflandırdığım ajandalarıma notlar almayı da seviyorum. Ajandalar günlük, haftalık, aylık ya da yıllık planlarımızı, işlerimizi, hayallerimizi bir düzen içinde tutuyor bence…Eee yıl sonu da geliyor, her şeyi dijitalde yazacaksak bunca ajanda kime satılacak öyle değil mi?