Binlerce insanın aynı anda konuştuğu bir ortamda bulunup huzur içinde vakit geçirebilir misiniz? Üstelik de her biri çok farklı konulardan farklı şekillerde ve de farklı dillerde konuşsalar orada bulunup onları tek tek dinleyebilir misiniz? Pek mümkün görünmüyor öyle değil mi? Peki bir kitapçının içinde, şöyle ortalarda bir yerde durup bunları bir düşünsenize…Binlerce kitap, her birinin içinde benzer yada farklı farklı konular, öyküden romana, araştırmadan tarihe, kişisel gelişimden spiritüele, testlerden ders kitaplarına, sözlüklerden ansiklopedilere, dergilerden gazetelere pek çok türde ve bir çok dilde binlerce kitap, binlerce yazılı kaynak…Hepsi sessiz sessiz raflarda bekliyor. Bir meraklısı gelsin, gelsin de kapağını açıversin, en güzeli de satır satır harf harf okuyuversin diye…
Kitapçıya ne alacağını bilerek girebilirsin. Zamanın kısıtlı ise içeri girince bir görevli bulur ve hemen aradığın kitabın adını, yazarının adını söyler, kitap orada ise alır ücretini kasaya öder çıkar ve gidersin. Mutlusundur istediğin kitabı bulmuşsundur. Kitapçıda bir başka mutlu olma hali de vardır: Bazen ne alacağını bilmeden gidersin kitapçıya… Okuduğun kitap bitmiştir ancak şimdi ne okuyacağını bilmiyorsundur. İşte o kitabı bulmak için kitapçıya girer ve rafların arasında dolaşırsın. Önce okumayı sevdiğin türün olduğu rafların önüne gider ve orada dizili kitapların sırtlarından kitap adlarını, kimin yazdığını okumaya başlarsın. Bir şey ilgini çeker ve kitabı diğer kitapların arasından nazikçe çekersin ve işte ön kapak gözlerinin önündedir. Kapak resmini yazı karakterini görür ve hemen arka kapağını çevirir orada yazılı olan mini kitap özetini ya da eleştirmenlerin kısa kısa kitap hakkındaki düşünceleri yazılmış ise o cümleleri okur kitap hakkında bir fikir edinirsin. Bu da hoşuna gittiyse tekrar kitabın düzünü çevirir ve önce ilk sayfalarına sonra kitabın değişik sayfalarına bakıp ara ara cümlelerini okursun. Gözlerini harfler üzerinde gezdirir ve anlamaya çalışırsın. Neyi mi? Tabii ki o kitabın senin için ilgi çekici olup olmadığını…İlgini çekmemişse aldığın aralığa yine nazikçe, kitaba zarar vermeden yerleştirmeye çalışırsın ki çoğu zaman zorlanırsın bunu yaparken çünkü o kitap çıkınca diğer kitaplar o boşluğa doğru gevşeyiverirler. İşte burada kitaba, kitabın yazarına ve o kitapları oralara güzelce dizen görevlilere saygı duyarak özenli bir şekilde yerleştirmek gerekir kitabı. Baktınız ki yerleştiremeyeceksiniz o zaman en azından aynı rafta diğer kitapların üstüne yine sırtı okunacak şekilde bırakmak en doğrusu olacaktır. Peki kitap ilgini çekmişse ne olacak? Tabii ki o kitabı almaya karar vereceksin işte kitapçıdaki en güzel anlardan biridir o an… Heyecanla kitabı kolunun altına alır, başka bir arayış içinde değilsen kasaya doğru gidip ücretini ödemek üzere cüzdanını çantandan çıkarır, kitabı ne zaman okuyacağını ve bir an önce bitirme isteğini düşünürsün. Kitabın ücretini ödeyince de ister hemen bir çay ya da kahve molası verip orada kitabını okumaya başlarsın isterse de evine gittiğin zamana saklarsın bu zevki…
Bir de yaşadığın şehirden farklı bir şehire ya da farklı bir ülkeye gittiğinde oranın kitapçılarına girip oradaki atmosferi deneyimlemek vardır ki bu da eşsiz bir deneyimdir. Neden mi? Sanki o ortamda kitaplar da içindekilerden farklı titreşimler yayıyorlar. Bilemiyorum tamamen bir his bu…Kesinlikle öyle…Bu histen hoşlanıp hoşlanmadığını da hemen anlarsın; ya çıkıp gitmek istersin hemen oradan ya da kalıp kitapları incelemek, oradan sana bir hatıra kalsın diye beğendiğin bir kitabı da almak istersin.Bu hissi anlamlandırabilmek için denemek gerekiyor. Şehirlerin kitapçılarını keşfetmek ilginç olduğu gibi yurt dışındaki kitapçıları da keşfetmek ilginç oluyor. Özellikle Avrupa’da binalar kolay kolay yerlerinden kaybolmuyorlar. Çok mecbur kalınmadıkça yıkılıp yerlerine yenisi yapılmıyor. Bu sebeple gördüğünüz vitrini ahşap çerçeveli bir kitap dükkânını araştırırsanız en az yüz yıllık bir geçmişle karşılaşabilirsiniz. Etkileyici değil mi? Belki de çok severek okuduğunuz yazarlar da buraya pek çok defa gelmiş olabilir (benzer bir his Istanbul’daki sahaflar çarşısında da kaplar insanı…). Elbette bu pop yıldızı fanları gibi çılgınca hisler değil…Sadece insanı ve insana dair olan şeyleri düşünmeyi, anlamayı ya da anlamaya çalışmayı seviyorsanız bu düşüncelere dayanak bulma ya da bulamama konusunda bambaşka boyutlar açabilecek hislerdir…Anlamak ister misiniz? Hemen girin içeri o kitapçının kapısından. Daha kapının koluna elinizi atıp açmaya başladığınızda kapının üstüne değen çan şeklindeki küçük zilin çın çın çınlamasıyla bir masal diyarına girer gibi hissedeceksiniz. Evet evet eski dükkânların çoğunda olurdu bu zil eski zamanlarda…(Istanbul’da 7-8 Hasanpaşa fırınının kapısında da vardır bu zil ve maalesef bir çok insan farkına varmaz ya da anlamlandırmaz diyelim…) O zil sesi sanki dükkâna, içindekilere ve sahibine bir merhaba demek gibidir, merhaba ben geldim…Kitapçıya girdiğinizde içeride yenilenen bölümler olduğu gibi inip çıkmaktan eskimiş ahşap merdivenler, binlerce kez tutulmaktan aşınmış merdiven tırabzanları yerli yerinde duruyor olabilir…Siz de nazikçe çıkın diğer katlara o merdivenlerden ve oradaki kitapları inceleyin, dillerini bilsenizde bilmeseniz de…Tekrar inerken aşağı katlara düşünün kimler geldi kimler geçti oradan…Ve artık sizin de bir bulunmuşluğunuz var orada…
Kitapçı dolaşmak iyi gelir insana…Sanki üstündeki cızlayan bakır güğüm, yanında etrafa güzel kokular yayan bir portakal kabuğu ve içindeki kor ateşi yan yüzeyini aydınlatan bir sobanın yanı başında, elinde bir bardak tavşan kanı çay ya da üstüne tarçın serpilmiş elma dilimleri olan bir tabak varken, sıcacık kitabının sayfaları arasında kaybolmanın hissettirdiği iyi olma hâli gibi…