“Aheste domates” tarifinin hatırlattıkları…

Bu yazıyı yazmaya başlarken çok sevdiğim ve bir kaç yıldır yaptığım bir tarifi paylaşmak üzere kalemi ele aldım pardon klavyenin başına geçtim:) Ancak bu tarifi neden bu kadar sevdiğimi yazıyı yazmaya başladığımda daha iyi anladım:) Ben öncelikle “aheste domates” ismini çok sevmişim sonra pişirip tadına bakınca “aheste domatesi” sevmişim. Nasıl mı?

(Öncelikle sadece tarifi okumak istiyorsanız “Aheste domates” tarifi sayfamdan okuyabilirsiniz. Ben bu yazımda biraz sözcüklere olan merakımdan bahsetmiş oldum:))

Çocukluğumda babamdan ilk duyduğumda önce fonetik olarak çok sevdiğim sonra metafor olarak çok beğendiğim bir mısra vardı:

“…aheste çek kürekleri mehtâp uyanmasın…”

(Meraklısına, Yahya Kemâl Beyatlı’nın, yukarıdaki mısra ile başlayan, Çubuklu Gazeli’ni bu sayfada okuyabilirsiniz.)

Bir dilin geçmişine bakmak için o dile ait en eski sözlüğün ne zaman basıldığına bakmak iyi bir başlangıç olacaktır. Dilimiz olan Türkçenin en eski sözlüğü hatırladığım ve bildiğim kadarıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divânu Lugâti-Türk adlı eseridir. Bu eserden ortaokul yıllarında edebiyat öğretmenimiz öyle bir muhabbetle bahsetmişti ki okuyabilmeyi dilemiştim hep…

Üniversite yıllarımda Ankara’da Bahçelievler yedinci caddenin sonunda bulunan Millî Kütüphane’de araştırma yapmaya ve ders çalışmaya giderdik. (Hatırlatırım o zaman internet yok. Hayatımızda ne araştıracaksak kütüphaneye gitmenin şart olduğu yıllar. İlk, orta, lise yıllarında mahalle ya da semt kütüphaneleri ihtiyacımızı karşılayabiliyordu ama üniversiteye geçince Millî Kütüphane ancak kurtarıyordu bizleri…) Her gittiğimde de kitap satış bölümüne uğrar, sanatsal ve edebî kitapları inceler, cebimdeki harçlığın yeteceği kadar (zira harçlığımı daha çok kitap, karikatür ve gençlik dergilerine harcamayı severdim) güzel eserler bulduğumda hemen satın alırdım. Sonra da fizik vizelerim ya da finallerim biter bitmez bu eserleri ders kitabıymış gibi okumaya anlamaya çalışırdım. Böylesi bir günde kitap satış bölümünde gezinirken Divânu Lugâti-Türk sözlüğünün kapsamlı bir incelemesinin yer aldığı bir kitabı bulunca sevinçle satın almış ve sabah akşam okuyarak anlamaya çalışmıştım.

Sözlük 1072- 1074 tarihleri arasında Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış ve içerisinde o dönemde hüküm sürmüş Türk boylarının dillerinin özellikleri, o dönemin Türk dilinin ne ölçüde yaygınlaştığıyla ilgili detaylıca bilgiler yer almaktaydı. Bunları okudukça da ne kadar derin bir hazineye sahibiz diye çok seviniyordum.

Dil zenginliği bir milletin en büyük hazinelerinden biriydi bana göre…İlk, orta ve lise yıllarımda, Türkçe ve edebiyat derslerinde kullanmak üzere, çantada taşınması rahat olan kırtasiye tipi ya da cep model diyebileceğimiz sözlüklerim olmuştu. Bunlar da çok detaylı olmuyordu, aradığın her sözcüğü bulamayabiliyordun. Ancak üniversite ikinci sınıfta iki ciltlik ansiklopedi şeklinde Türkçe sözlüğü edinmiştim. İlk sayfasını açtığımda da Atatürk’ün 1930 yılında Türk dili hakkındaki görüşünü yazdığı metni okuyunca (…Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki dil, şuurla işlensin… cümlesini de içeren…) dile hakim olmak için kelimeleri de iyi öğrenmek gerektiğini bir kez daha görmüştüm.

Kendime bir hedef koymuştum: her gün bir sayfa okuyacak oradaki kelimelerin anlamlarına bakarken kelime dilimize nereden geçmiş? kökü ne? aldığı ve alabileceği ekler nelerdir? gibi soruların cevapları da orada bulunduğundan bunları da iyice öğrenecektim. Öyle de yapmaya çalıştım. Kendi okuduğum bölüm çok ağır olduğu, okuyacak kitaplarımın da çok olduğu bahanelerimle:) bir süre sonra bu çalışma tarzı yerini sözlükten rastgele sayfalar açıp kelime işaretlemeye daha da sonraları ise sadece merak ettiğim sözcükler olduğunda sözlüğe bakmaya bıraktı.. Sonra sonra bu merakım öğrencilerime “…hadi sözlükten rasgele üç kelime bulup anlamlarını yazıp cümle içinde kullanalım…” gibi oyunlaştırıcı etkinlikler olarak da yansımıştı. Şimdi ise düşünüyorum da sözlüğün kapağını açmayalı kaç yıl olmuş…Anlamını merak ettiğim yerli sözcüklerin anlamlarını bulmak için Google’a “…tdk anlam…” ya da Google Çeviri’ye karşılığını aradığım yabancı dildeki bir sözcüğü yazar olmuşum. Yanlış mı? Günümüz şartlarında hayır yanlış değil oldukça pratik. Ancak şimdi bu yazıyı yazarken kalkıp gidip sözlüğün rastgele bir sayfasını açıp bir kelime seçip okuyacağım. (Sözlüğü açıp parmağımla işaretlediğim sözcüğe bakar mısınız “çiçeklenme”, bu bir tesadüf mü?” )

Şimdiki döneme göre eskide kalan ancak eskimeyen sözcükleri kullanma, yenilerini öğrenme merakım hiç bitmedi. Tıpkı yabancı dillerden yeni yeni sözcükler öğrenme ve kullanma merakım gibi…Biliyorum ki anlatabilmek, anlayabilmek, öğrenebilmek ve idrak edebilmek için Dünya’mızda var olan kültürlerin dillerinden de bilmek o kadar önemli. Modern dünyada modern kalabilmek için modern fikirlere, düşüncelere, öğretilere de açık olmak gerekir öyle değil mi?

Modern demişken, İstanbul Modern’i gezme fırsatınız oldu mu? O kadar beğendim ki anlatması gerçekten zor olacak ama bu konuyla ilgili yazımı buradan okuyabilirsiniz.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir